Atatürkün Hayatı


ATATÜRK’ÜN HAYATI
I.    Ailesi 

Mustafa Kemal Atatürk, Selânikte, Koca Kasım Mahallesi, Islahhane Caddesinde üç katlı pembe boyalı bir evde doğmuştur (Bugün Aya Dimitriya Mahallesi, Apostolu Pavla Caddesi 75 numaralı evdir). Bu ev sonradan Selânik Belediyesi tarafından Atatürk’e armağan edilecektir. Günümüzde ise müze olarak hizmet vermektedir. Atatürk bu evde Rumi 1296 yılında doğmuştur. Doğduğu ay ve gün kayıtlı değildir.  Ancak doğum tarihi, annesi Zübeyde Hanım’ın aktardığına göre, günümüz takviminde 4 Ocak 1881 tarihine denk gelmektedir.
Atatürk’ün annesi Selânik civarında Langaza’da tarım ve ticaretle meşgul olan Sofuzade Feyzullah Efendinin kızı Zübeyde Hanımdır. Aile soyca Anadolu’dan Rumeli’ye iskân edilen Konya Karaman kökenli Konyar Yörüklerinden gelmektedir. Babası Ali Rıza Efendi, Kırmızı Hafız lâkabıyla tanınan, Ahmet Efendinin oğludur. Aile soyca Anadolu’dan Rumeli’ye geçmiş, orada önce Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık beldesine yerleşmiştir. Ali Rıza Efendi önceleri Selânik evkaf idaresinde sonra gümrük idaresinde çalışmış, 1876’ da Asakir-i Millîye taburunda gönüllü subay olarak hizmet etmiş ve 1871 dolaylarında Zübeyde Hanımla evlenmiştir. Bu evlilikten olan üç çocuk (Fatma, Ahmet ve Ömer) küçük yaşlarda hayata veda etmişlerdir. Mustafa’dan sonra doğan Makbule (Boysan, sonra Atadan) yaşamış, Naciye ise 12 yaşlarında ölmüştür.
Mustafa okul çağına gelince anne ile baba arasında görüş ayrılığı belirmiştir. Geleneklere bağlı olan annesi onun dinî törenle ilâhîlerle mahalle mektebine gitmesini istemiş, aydın görüşlü olduğu anlaşılan babası ise onun yeni açılan ve modern eğitim yapan Şemsi Efendi İlkokulunda eğitim görmesini istemiştir. Neticede Mustafa önce ilâhîlerle, dinî törenle mahalle okuluna, birkaç gün sonra da oradan alınarak Şemsi Efendi okuluna başlamıştır (1887). Modern öğretim yapan bu okulun Mustafa’nın fikrî gelişmesinde olumlu etkiler yarattığı söylenebilmektedir. Bu arada Ali Rıza Efendi vergi (rüsümat)  memurluğunu bırakmış önce kereste sonra tuz ticareti işine girmiştir. Tekrar memuriyete giremeyen Ali Rıza Efendi hastalanmış ve 1890 dolaylarında vefat etmiştir. Mustafa babasının ölümü üzerine okuldan ayrılmak zorunda kalmıştır.  Maddî durumu yetersiz olan Zübeyde Hanım Langaza’da tarımla meşgul ağabeyi Hüseyin Ağa’nın yanına (Rapla Çiftliği) gitmiştir (1890 dolaylarında). Ancak bir süre sonra, Zübeyde Hanım oğlunun öğreniminin yarım kalmasından üzüntü duyarak, Mustafa’yı iyi bir eğitim görmesini sağlamak için onu Selânik’e halasının yanına göndermiştir. 
Mustafa Selânik Mülkiye Rüştiyesinde (ortaokul) öğrenime başlamıştır. Ancak Gönlü öteden beri askerî okuldadır. Ancak annesi biricik oğlunun asker olup aile ocağından ayrılmasını istememektedir. Mustafa annesine haber vermeden Selânik Askeri Rüştiyesi’nin sınavlarına girerek, kazanmıştır. Annesini ikna etmesi zor olmamış, artık önünde sadece kendisinin değil mensup olduğu ulusun kaderini değiştirecek yeni bir ufuk açılmıştır.


II- Eğitim Hayatı:
Gelecek yılların Atatürk’ünün yetişmesinde eğitim gördüğü okulların özel bir yeri vardır. Nitekim Selânik Askerî Rüştiye’sinde Mustafa Kemal başarılı, Çalışkan bir öğrenci olarak hocaların dikkatini çekmiş ve sınıf çavuşu olmuştur. Özellikle matematik hocası Yüzbaşı Mustafa Sabri Bey, zekâ ve çalışmasını takdir ettiği öğrencisine ‘Senin de adın Mustafa, benim de, arada bir fark olmalı. Senin adının sonuna bir de Kemal (olgun anlamında) koyalım” Önerisinde bulunmuştur. O artık Mustafa Kemal adıyla ünlenecektir. Askerî Rüştiyede 1898’de okulu üstün başarıyla bitirmiştir. Artık askerî idadide (lise) öğrenimine devam etmesi gerekmektedir. Bunun için sınav mümeyyizlerinden Hasan Beyin tavsiyesiyle Manastır Askerî İdadisine yazılmıştır. Artık 3 yılını Manastırda geçirecektir. 
Manastır Askerî İdadisinde Mustafa Kemal’in çizgileri daha bir belirginleşmiştir. Arkadaşlarından Ömer Naci onda şiir, edebiyat ve hitabet merakı uyandırmıştır. Bu yoldan Namık Kemal’i tanıyarak, ondan ciddi şekilde etkilenecektir.  Mustafa Kemal’in şiir ve edebiyata eğilimini gören kitabet öğretmeni Mehmet Asım Bey onun, şiirle uğraşmasını yasaklamış, bir asker için bunun sakıncalı olacağını askerlikten bu kadar uzaklaşmaması gerektiğini belirterek onu uyarmıştır. Fakat Mustafa Kemal’de güzel söylemek ve güzel yazmak hevesi hayatının sonuna kadar devam etmiştir. Askerî İdadide diğer belirleyici bir etken de Fransızca konusunda olmuştur. Daha askeri Rüştiyede iken Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Naküyiddin (Yücekök) Bey onunla ilgilenmiştir. Mustafa Kemal bir kurmay subayın mutlaka bir yabancı dil öğrenmesi gerektiğine inanmaktadır. Ancak lisanı zayıftır. Bunu çözümlemek için sılaya gidişlerinde Selanik’teki College des Frères de la Salle’in özel kurslarına devam ederek lisanını geliştirmiştir. Yakın arkadaşı Fethi (Okyar)’nin de bu konuda desteği ile Fransız ihtilalinin öncüleri Voltaire, J.J. Rousseau gibi filozofları tanımış ve siyasî fikirleri filizlenmeye başlamıştır. Bu okulda Mustafa Kemal’i çok etkileyen derslerden biri de tarih olmuştur.
Tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (5. Dönem Diyarbakır Milletvekili) geniş kapsamlı bir tarih görüşü ile Mustafa Kemal’e yeni ve cazip ufuklar açmıştır. İdadide başlayan tarih sevgisi gittikçe büyüyen bir ölçüde onun vefatına kadar devam etmiştir. Lise öğrenimi süresinde, Mustafa Kemal’i en fazla etkileyen olay 1897 Türk-Yunan Savaşı olmuştur. Türk Ordusu’nun savaş meydanında parlak bir zafer kazanmasına rağmen barış masasında zararlı çıkması gönüllere eziklik getirmiştir. Bu savaş o sıralar 16 yaşlarında olan Mustafa Kemal’de coşkun bir yurt sevgisi uyandırır. Bir arkadaşı ile gönüllü olarak savaşa katılmak için girişimde bulunursa da bu arzusunu gerçekleştirme imkânını bulamamıştır. Manastır Askerî İdadisinin bu çalışkan öğrencisi, 1898 Kasımında bütün derslerden tam not alarak okulunu parlak bir şekilde bitirmiştir. 54 kişilik sınıfta 2. olarak dereceye girmiştir. Harp okuluna girmesinin arifesinde Okuldaki sicilinde son derece yetenekli, ama kendisiyle kolayca samimi ilişkiler kurulması güç bir karaktere sahip olduğu belirtilmiştir. Mustafa Kemal, idadî öğrenimi boyunca, meslek ve fikir bakımından gittikçe gelişen kendine güvenen, yetişmek ve ilerlemek tutkusuna sahip, çok çalışkan, yurtsever ve seçkin bir öğrenci görünümündedir. 
Mustafa Kemal Harp Okuluna İstanbul’da 13 Mart 1899’da başlamıştır, apolet numarası 1283’tür. Henüz 18 yaşındadır. Okula başladıktan 2 ay sonra kendini tanıtarak sınıf çavuşu olur. Burada edindiği en iyi arkadaşlarından biri olan Ali Fuat (Cebesoy) ve akademiden sınıf arkadaşı Asım Gündüz’ün anılarından onun Harp Okulu ve Harp Akademisi günleri hakkında bilgiye ulaşılabilmektedir. Harp Okulu’nda kurmay sınıfına ayrılmak okulda üstün başarı göstermekle mümkündür.  Mustafa Kemal 3. Sınıfta 459 öğrenci içinde 8. Olarak dereceye girmiş ve kurmaylığa hak kazanmıştır. Harp Okulu’nda Mustafa Kemal’in fikrî gelişmesi hızlanmış ve siyasal bir nitelik kazanmıştır. Bir taraftan gizlice okudukları Namık Kemal şiirleri, diğer taraftan ülkenin fena yönetildiği duyguları içinde, bazı arkadaşları ile (Ömer Naci, Ali Fuat Cebesoy, İsmail Hakkı, vs.) iki - üç sayı devam eden el yazması bir dergi ile fikirlerini Harp Okulu öğrencilerine yansıtmaya çalışmışlardır. Bu girişim akademide de devam etmiş ve bir ara tehlike atlatmaya yol açmıştır.  
Mustafa Kemal 10 Ocak 1902’de teğmen rütbesi ile Harp Akademisinde öğrenimine başlamıştır. Sınıfta topçu ve süvari okullarından gelenlerle birlikte 43 öğrenci bulunmaktadır. Akademi öğretmenleri dil bilen, iyi yetişmiş, seçkin öğretim elemanlarından oluşmaktadır.   Akademideki sınıf arkadaşı Asım Gündüz’e göre, Mustafa Kemal Fransızcasını ilerletmek için bir Fransız bayandan ders almıştır. Mustafa Kemal 11 Ocak 1905’te üç yıllık notlarının toplamına göre akademiyi beşinci olarak bitirmiştir. Mustafa Kemal 5 Şubat 1905’te Şam’da 30. Süvari Alayında staj yapmak üzere görevlendirilir. Artık öğrencilik yılları bitmiş, hizmet yılları başlamıştır.
5. Ordu emrine verilen Mustafa Kemal Şam’da 30. Süvari alayında staja başlamıştır. Bu dönemde Mustafa Kemal mevcut rejime karşı mücadele için gizli bir teşkilât oluşturdu. (Ekim 1905). Bu kuruluşa “Vatan ve Hürriyet” ismi verilmiştir. 1906 Nisanında kurduğu “Vatan ve Hürriyet’in Selânik Şubesi aradan geçen zaman içinde yeniden oluşarak 27 Eylül 1907‟de Paris’teki İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşmiş ve onun adını almıştır. Mustafa Kemal de bu cemiyete 29 Ekim 1907’de katılmıştır. İttihat ve Terakki’nin büyük gayretiyle 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilân edilmiştir.  31 Mart Vakasında Hareket Ordusunun başında Kurmay Yüzbaşı olarak görev almış ve meşrutiyet karşıtlarının isyanını bastırmıştır. Meşrutiyet’in ilânından sonra, Mustafa Kemal ile cemiyetin yöneticileri arasında gerginlik çoğalmıştır. Bu süreçten sonra Mustafa Kemal siyasetten uzaklaşarak tamamen askeri hayata yönelecektir.
III. Cepheden Cepheye Mustafa Kemal: 
Mustafa Kemal 10 Eylül 1910’da orduyu temsilen Fransa’da Picardie Manevralarına katılmıştır. Onunla birlikte Binbaşı Selahattin görevlendirilir. Paris Ateşemiliteri Binbaşı Fethi Bey, heyetle Fransa’da katılacaktır. Bu onun Batı Avrupa ile ilk temasıdır. Tatsızlık daha yolda başlar. Fesli Selahattin Bey, yolda alay konusu olur. Manevralar esnasında yabancı ateşelerden bir Albay Mustafa Kemal’in meslekî görüşlerine katılmakla beraber, onun başını göstererek “ne diye bu tuhaf başlığı giyersiniz, başınızda bu oldukça kafanıza kimse itibar etmez der. Bu olaylar onun üzerinde kalıcı bir etki bırakmış ve mevcut kılık ve kıyafetle Türklerin uygar dünyada ciddiye alınmadığına kanaat getirmiştir. Olay 15 yıl sonra Şapka İnkılâbı uygulamasına yol açacaktır.  
1911 – 1912 Trablusgarp ve Bingazi’de görev almıştır. Burada yerel halkı İtalya’ya karşı örgütleyerek; ilk askeri başarısını elde etmiştir. 1912 II. Balkan Savaşı’na katılmış, Edirne, Tekirdağ, Bolayır ve Kırklareli’nin savunulmasında etkin rol oynamıştır. Buradaki görevi bölgeyi coğrafi olarak tanımasına ve ileride Çanakkale Cephesinde üstün bir başarı elde etmesinde etkili olacaktır. Mustafa Kemal’in 1913 Ekim sonlarında Sofya’da göreve başladığı anlaşılmaktadır. Oradayken Kasım 1913’de Bingazi’de gösterdiği dirayet ve kahramanlıktan dolayı 2 sene kıdem zammı verilmiştir. Ocak 1914’de de Sofya Ataşeliğine ilâve olarak Bükreş, Belgrat ve Çetine Ataşeliklerini yönetme görevi verilmiştir.
Mustafa Kemal Sofya Askeri Ateşemiliterliği görevindeyken, Osmanlı İmparatorluğu, Almanya ile müttefik olarak 1. Dünya Savaşı’na katılmıştır. 1 Ağustos 1914’te Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra İttihatçıların Almanlarla anlaşmasını acı bir şekilde eleştirmiştir. Yurda dönerek, Mustafa Kemal Tekirdağ’da oluşma halindeki 19. Tümene Komutan olarak atanmıştır. 1914 Deniz savaşlarıyla Çanakkale’yi geçemeyen İtilaf güçleri, karadan ele geçirmek için harekete geçmişlerdir. Çıkarma hareketi bu plâna göre 25 Nisan 1915 günü erken saatlerde başlamıştır. 19. Tümen komutanı Mustafa Kemal, kendi yaptırdığı gözetlemeler sonucunda, önceden düşündüğü gibi, düşmanın önemli kuvvetlerle karaya çıktığını ve hedeflerinin Conkbayırı ve Kocaçimen Tepesi olacağını isabetle tahmin etmiştir. Burada askerlerine tarihe geçen emrini vererek, taarruzu değil, ölmeyi emretmiştir. Neticede, İtilaf Devletleri karadan da Çanakkale’yi geçememiş, Osmanlı’nın kazandığı tek cephe Çanakkale cephesi olmuştur. Bu başarılar üzerine Mustafa Kemal, 1 Haziran 1915’te harp meydanında albaylığa yükselmiştir. 
14 Ocak 1916’da Mustafa Kemal, Çanakkale’den Edirne’ye nakledilen 16 Kolordu Komutanlığına atanmıştır. Ancak Doğu cephesinde ciddi sıkıntı vardır. Rusya saldırıya geçmiş, III. Ordunun tuttuğu cephe 11 Ocak 1916’da yarılmış,  16 Şubat’ta Erzurum düşmüştür. Cephenin güneyinde Muş ve Bitlis’te işgal edilmiştir. Durumu düzeltmek ve Erzurum’u kurtarmak amacıyla II. Ordu Doğuya kaydırılmıştır. 16. Kolordu II. Orduya bağlıdır. Mustafa Kemal bir ay kadar süren bir yolculuktan sonra görev yerine ulaşır. Yolda iken 27 Mart 1916‟da generalliğe terfi bilgisini almıştır. Doğu cephesinde Mustafa Kemal’in amacı Bitlis ve Muş’un kurtarılmasıdır. Karşılıklı ilerleme ve gerilemelerden sonra gerekli hazırlıkları yapan Mustafa Kemal 2 Ağustos’ta saldırıya geçmiş, 7 Ağustos’ta Muş, 8 Ağustos’ta Bitlis kurtarılmıştır.
Mustafa Kemal 17 Şubat 1917’de Hicaz Kuvve-i Seferiye Komutanlığına, ordu komutanı yetkisi ile IV. Ordu emrinde olmak üzere atanmıştır. Daha sonra da 7. Ordu Komutanlığı’na atanmıştır. Grup Komutanı ise Alman Komutan Falkenhayn’dır. Suriye- Filistin Cephesinde İngilizler ’in sömürge bağlantılarını kesmeyi amaçlayan Almanlar, Osmanlı ordusunu sürekli çarpışmaya sevk edecek strateji izlemişlerdir. Buna karşılık Mustafa Kemal orduların daha fazla kayıp vermemesi adına Halep’in kuzeyine doğru geri çekilmesi taraftarıdır. Bu nedenle, Grup Komutanı ile Ordu Komutanı arasındaki temaslar normal seyrini takip ederken kısa bir süre içinde ilişkiler çatışmaya dönüşmüştür. Ayrıca, Mareşal Falkenhayn, Türkleri küçümsemiş, çok geniş yetkili bir sömürge idarecisi gibi davranmıştır. Netice olarak, Mustafa Kemal ile Falkenhayn’ın arası gerilmiştir. 20 Eylül 1917’de Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa’ya bildirmiştir. Neticede Mustafa Kemal 7. Ordu Komutanlığından istifa etmiştir.
 Mustafa Kemal I. Dünya Savaşı’na yarbay rütbesi ve tümen Komutanı olarak girmiş, savaş bitiminde Mirliva olarak Ordular Grubu komutanı payesini taşımıştır. 
IV. Liderliğe Adım Adım:
Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması ile 1. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmıştır. Yapılan ateşkese bağlı olarak kısa bir süre sonra işgaller başlamış, 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edilmiş, İtilaf donanması İstanbul boğazına demirlenmiştir. Mütareke şartları gereği ordular terhis edilmiştir. Bu sırada Suriye’de bulunan Mustafa Kemal, ordular dağıtılınca 13 Kasım 1918’de İstanbul’a dönmüştür. Dudaklarından “Geldikleri gibi giderler” sözleri dökülmüştür. Yaklaşık 5 sene sonra onlar, Türk sancağını selâmlayarak “geldikleri gibi gidecekler” dir. 
Mustafa Kemal İstanbul’da 13 Kasım 1918 ‘den 16 Mayıs 1919‟a kadar kalmıştır. Bu süreçte kurtuluş çaresini İstanbul’da aramış, Osmanlı Mebuslar Meclisi’ne girmeye çalışmıştır. Ancak planlarını gerçekleştirememiş, Anadolu’ya geçmeyi planlamıştır. Anadolu’ya geçmek için gerekli fırsatı yakalamaya çalıştığı sırada, Samsun ve çevresinde Rumlar ile Türkler arasında çatışmalar ortaya çıkmış, İngilizler Osmanlı Hükümeti’nden bölgeye asayişin sağlanması üzerine birinin görevlendirilmesini istemişlerdir. Aksi halde Mütarekenin 7. Maddesine dayanılarak bölgenin işgal edileceği belirtilmiştir. Bölgeye gönderilecek kişi Mustafa Kemal olmuştur. Başarılı bir komutan olması, İttihatçı ve Alman hayranı olmaması, İstanbul’da bazı çevrelerin Mustafa Kemal’in varlığından rahatsız olması bu göreve seçilmesinde etkili olmuştur.
Mustafa Kemal’den istenenler ise, bölgede silahların toplanması, çatışmanın sonlandırılarak, askeri birliklerin dağıtılması ve halkın Osmanlı hükümetine bağlı kalmasının sağlanması olmuştur. 9. Ordu Müfettişliği görevi ile çok geniş yetkiler elde eden Mustafa Kemal, Doğu Karadeniz ve diğer Doğu illerinin mülki ve idari başkanı olarak, 15 Mayıs’ta yola çıkmış, 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’a varmıştır. Bu dönemden sonra, Milli mücadele hazırlık süreci başlamıştır. 22 Mayıs 1919’da Samsun Raporu ile Mustafa Kemal, bölgedeki çatışmalardan Rumların sorumlu olduğunu, Türk Milletinin üzerine düşeni yaptığını ve işgallerin, özellikle İzmir’in işgalinin haksız bir işgal olduğunu belirterek, askeri hayatı boyunca ilk defa kendisine verilen görev ve yetkiyi aşmıştır. Ardından Havza’ya geçerek, 28 Mayıs’ta Havza Genelgesi’ni yayınlamıştır. Bu, ilk uyanış belgesi olacaktır. Bundan sonra İstanbul Hükümeti tarafından görevden alınıp geri çağrılan Mustafa Kemal, çağrıya uymayarak, Amasya’ya geçmiş, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Rauf Orbay ile görüşerek, Amasya Genelgesini yayınlamıştır. Amasya Genelgesi, Kurtuluş Savaşı’nın ilk gerçekçi planı olması açısından önemli bir adım olmuştur. Daha sonra İstanbul'a tekrar geri çağrılmış ve yetkileri elinden alınmıştır. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa 7-9 Temmuz 1919'da askerlik görevinden istifa etmiştir. Bu durum, İstanbul Hükümeti ile ilişkilerin gerilmesine neden olmuş, Mustafa Kemal İstanbul Hükümeti ile olan tüm iletişimi koparmıştır. Bu dönemden sonra,  23 Temmuz-7Ağustos 1919 tarihleri arasında Doğu illeri adına düzenlenen Erzurum Kongresi’ne katılmış, kongreye başkan seçilmiştir. Toplanış şekli ve amacı bakımından bölgesel olan bu kongrede alınan kararlarla kongrenin ulusal olmasında etkili olmuştur. Ardından, 4-11 Eylül 1919 tarihinde her bakımdan ulusal özellik taşıyan Sivas Kongresi’ne katılmış, Milli Mücadele hazırlık döneminin son basamağını teşkil eden bu kongrede ulusal bağımsızlık adına önemli kararlar alınmıştır. 
 
V. Ya İstiklal Ya Ölüm:
20-22 Ekim 1919’da Amasya Görüşmeleri gerçekleşmiştir. Görüşmelere, İstanbul Hükümetini temsilen Bahriye Nazırı Salih Paşa, temsil Heyeti adına Mustafa Kemal katılmıştır. Amasya Görüşlerinden sonra, iki hükümet arasında tekrar iletişim başlamış, Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti’ne isteklerini bildirmiştir. Bu isteklerden biri de en kısa zamanda Osmanlı Mebusan Meclisi’nin toplanması ve ulusal bağımsızlık için dönülmez kararlar bütünü olan, Misak-ı Milli kararlarının onaylanması olmuştur. 
16 Mart 1920’de toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi Misak-ı Milli kararlarını onaylayınca İtilaf devletleri tarafından İstanbul resmen işgal edilmiş, Mebuslar Meclisi dağıtılmıştır. Türk Milleti adına karar alacak bir meclisin artık bulunmaması üzerine Ankara’da 23 Nisan 1920’de I. TBMM açılmıştır. Mustafa Kemal, yapılan oylama ile meclis başkanı seçilmiştir. Bundan sonra Kurtuluş Savaşı süreci başlamıştır. Önce 15. Kolordu Kazım Karabekir ‘in emrindeki birlikler ile Doğu’da mücadele başlamış, 2/3 Aralık 1915 Gümrü Antlaşması ile Ermeniler Doğu Bölgesinden püskürtülmüştür.  Daha sonra eş zamanlı olarak güneyde mücadeleler başlamış, Urfa, Antep, Maraş’ta yerel direniş örgütleri ile Güney Cephesi mücadeleleri başlamıştır. Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu ve uzun safhası Batı cephesinde olmuştur. İsmet İnönü komutanlığında I. İnönü, II. İnönü Muharebeleri ile Yunan Orduları mağlup edilmiştir. Bu mücadeleler sürerken bir yandan da diplomatik yollarla TBMM’nin varlığını uluslararası alanda kabul ettirecek adımlar atılmıştır. Eskişehir-Kütayha muharebelerindeki yenilgi üzerine TBMM’de Mustafa Kemal’e yönelik muhalefet oluşmuş, Bunun üzerine 5 Ağustos 1921 Başkumandanlık Yasası ile Mustafa Kemal, orduların başına geçmiştir. 7-8 Temmuz 1919’da istifa ettiği askerlik mesleğine bu yasayla dönmüştür. Ayrıca TBMM’nin yasama ve yürütme yetkilerini de üç aylığına ele alan Mustafa Kemal, 8 Ağustos’ta Tekalif-i Milliye emirlerini yayınlamıştır. Tekalif-i Milliye Emirleri ile ordunun ihtiyaçlarını karşılamış, dağılan Türk Birliklerini tekrar toparlayarak, Sakarya Meydan Muharebesi’nde Yunan Ordularına karşı büyük başarı elde etmiştir. Bu başarı ile kendisine Gazi unvanı ve Mareşal rütbesi verilmiştir. 
Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki zafer Türk Ordularını taarruz konumuna taşımıştır. Bundan sonra, bir süre taarruz hazırlıkları başlamış, Mustafa Kemal, futbol maçlarında, çay partilerinde kendisini göstermiş, büyük bir gizlilik içinde hazırlıkları sürdürmüştür. Bir yıla yakın sürede hazırlıklar tamamlandıktan sonra, 26 Ağustos 1922 de Yunan birliklerine karşı taarruza geçilmiştir.  Taarruz’u Ulu Önder Nutuk’ta şu şekilde nakletmektedir:
“26 Ağustos 1922 taarruz emri:
20/21 Ağustos 1922 gecesi 1'inci ve 2'inci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargahına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra Cephe Komutanı'na o gün vermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı. 24 Ağustos 1922'de karargahımızı Akşehir'den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut'tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısındaki çadırlı ordugaha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30'da topçu ateşimizle taarruz başladı.” (Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk 1919-1927, Ankara, s. 454-455.)
“Ordular! İlk Hedefiniz Akdeniz, İleri!” emri ile 30 Ağustos 1922’de kesin zafer elde dilmiştir.
Bu dönemden sonra Lozan Barış Antlaşması süreci başlamış, Türkiye savaş meydanlarında verdiği mücadeleyi, masa başında da vererek, bağımsız Türkiye ’nin varlığını tüm dünyaya kabul ettirmiştir. Mustafa Kemal’in liderliğini yaptığı bu kutlu mücadelede amacı daima tam bağımsız bir Türkiye olurken, yöntemi de ulusal egemenlik olmuştur. Bu süreçte tüm gücünü Türk Milletine olan güveninden alan Ulu Önder sayesinde, Türk Kurtuluş Mücadelesi tüm mazlum milletlere örnek teşkil etmiştir. Bu yönüyle Atatürk, evrensel bir Lider olmuştur. 
29 Ekim 1923 Cumhuriyet’in ilanıyla Türk tarihinde yeni bir merhaleye geçiş yapılmıştır. Mustafa Kemal, bu süreçte yaptığı İnkılaplar ile çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmış, bir Türkiye Cumhuriyeti var etmiştir. Yapılan ekonomik kalkınma hamleleri ile bağımsız Türk ekonomisinin yapılanması sağlanmıştır. Eğitim, toplum, hukuk alanlarında yapılan inkılaplar ile uygar, laik ve demokratik bir şekillenmenin önderliğini yapmıştır. Onun ilke ve inkılapları akıl ve bilimi esas alan ve her çağda geçerliliğini sürdüren bir miras olmuştur.
Cumhuriyet’in ilanından sonra, Türkiye’nin I. Cumhurbaşkanı olarak göreve başlamış, 10 Kasım 1938’e kadar bu görevi ifa etmiştir. Görevi boyunca Türk Dış Politikasını “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesiyle yürütmüştür.
1937 yılı itibariyle Ulu Önder’in sağlık sorunları artmaya başlamıştır.  Bu dönemlerde rahatsızlığına rağmen dış mesele olan Hatay Sorununun çözümü için uğraşmaya devam etmiş, 4 Temmuz 1938 Hatay Antlaşmasıyla meseleyi çözüme kavuşturmuştur. 1938 yılının Temmuz Ayı sonlarına kadar İstanbul’da Savarona Yatı’nda dinlenmeye çekilmiştir. Daha sonra hastalığı ağırlaşınca, Dolmabahçe Sarayı’na geçmiştir. 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışlamıştır. Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu. Fakat çok arzuladığı hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü törenlerine katılamamıştır. 8 Kasım’a kadar sağlık durumu halktan gizlenmeye çalışılmış, ancak durum ağırlaşınca 8 Kasım’da hastalığı hakkında ilk resmi duyuru yapılmıştır. Nihayetinde, bütün hayatını cepheden cepheye ülkesi için harcayan,  “Benim en büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti’dir” diyen Atatürk, 10 Kasım 1938’de saat 9’u beş geçe hayata gözlerini yummuştur. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılmıştır. On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan tabut, top arabasına konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında Gülhane Parkı'na götürülmüştür. Buradan bir torpido ile Yavuz zırhlısına nakledilmiştir.. Büyük Ada açıklarına kadar, donanmamız ve törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin eşlik ettiği Yavuz zırhlısı cenazeyi İzmit'e getirmiştir. Burada Yavuz zırhlısından alınan cenaze, özel bir trene konulmuş, Ankara'ya getirilmek üzere hareket edilmiştir. 21 Kasım 1938’de Etnografya Müzesi’ne geçici kabrine yerleştirilmiş, 10 Kasım 1953’te Ankara Rasattepe’de kendisi için yapılan Anıtkabir’de ebedi istirahatgahına yerleştirilmiştir.